19 Mart 2009 Perşembe

İlk Yazı

İlk defa kendi adımı kullanarak düşüncelerimi yazdığım bir blog alıyorum, çok garip; çünkü gerçekten düşündüklerimi yazabilecek miyim bilmiyorum... Deneyeceğim en azından... Bu arada biraz bilgi vermek istiyorum blogla falan ilgili... Blog'un başlığı "What The Fuck Was I Thinking?" çünkü Jenny Owen Youngs isimli hatunun "Fuck Was I" şarkısını seviyoruz ve bence bir blog için çok anlamlı bir isim... Adresdeki "i fake it so real i am beyond fake" ise Hole isimli grubun "Doll Parts" şarkısından geliyor... Çoğu zaman da ne yazık ki doğru oluyor... Bu da sanırım ne düşündüğümle ilgili itiraf edebildiğim ilk şey...

İnsanlar bloglarına ne yazarlar diye düşündüm ve sanırım her şeyi yazacağım buraya... Bugüne kadar insanlarla paylaşmak istediğim her şeyi... Hatta kendi reklamımla başlamayı düşünüyorum... Çizgiromanımla... "www.normanthenormalboy.blogspot.com" dan bakabilirsiniz... Çok uzun anlatmak istemiyorum burda, orda var zaten...

Paylaşmak istediğim şeylerden başka biri de biraz geç de olsa son favorim viski... Azıcık bile içtiğimde beni adam gibi sarhoş edebilen tek içki sanırım... Tabi adam gibi sarhoş olmak ne o da önemli bir ayrıntı... Ertesi gün, "dün ne yapmıştım ben yaa?" diye düşündürebiliyorsa tamamdır benim için... Birkaç haftadır da tek yaptığım bu... Hatırlamamak... Adam gibi sarhoş olabilmek... Tabii ki sık sık pişman olduğum şeyleri de yapıyorum ama bazen bu aralar sık sık olduğu gibi acı çekmememin tek yolu oluyor... Ne demiş sayın Jenny Owen Youngs? "There's solace at the bottom of the bottle"... Yalan söylemiş olmasını isterdim ama söylememiş...

Bir de bu aralar müzik ve film açısından oldukça verimli zamanlarım... Eylül başında bir "izlemek istediğim filmler" listesi çıkarmıştım... Devamlı uzuyor ama bir yandan da izliyorum... Böylece hiçbir filmi unutmuyorum... Bugüne kadar 95 tane film izlemişim... Listeyi çıkardığımdan beri... Şimdi birazcık bu filmlerin bazılarından bahsetmek istiyorum...

Bir kere hayatımda beni en çok güldüren yönetmenden bahsetmek istiyorum... Kendileri tabii ki Kevin Smith! Bu adamın bugüne kadar yönettiği 19 tane film var... Ben bu filmlerden sadece 7 tanesini izleyebildim henüz ve hepsi de çok güzel filmler... Bu adamı izleyin lütfen! Adam bağımsız filmler yapıyor ama filmlerinde Ben Affleck, Matt Damon, Jason Lee, Chris Rock, Alanis Morissette gibi isimler oynuyor... Üstelik bazı filmlerinde Stan Lee ve Gus Van Sant gibi insanların da ufak rolleri var... Sonuç olarak Clerks, Mallrats, Chasing Amy, Dogma, Jay and Silent Bob Strike Back, Clerks II, Zack and Miri Make A Porno benim izlediğim filmleri ve sonuncusundan çok memnun kalmamış olsam da diğer 6 film hayatımda izlediğim en komik filmlerdi... Herkese tavsiye ediyorum...

Madem yönetmen bazında konuşuyoruz, biraz daha böyle devam edelim... Baz Luhrmann'dan bahsetmek istiyorum şimdi biraz da... Bu adamın 4 filminden 3 tanesini izledim ve tutarsız olduğuna karar verdim... İlk 3 filmi, "Kırmızı Perde Üçlemesi", biri dışında(onu izlemedim) inanılmaz görkemli ve "yeni" filmlerdi... Ama Australia'yı izlemez olaydım... Aslında bence kötü bir film değildi ama benim kafamdaki Baz Luhrmann muhteşemliğini yıktı... Baz Luhrmann benim için yeni Romeo + Juliet ve Moulin Rouge!'du... Australia'nın o klasikliği her şeyi bozdu... Bir yenilik veya görkem yoktu bence yeteri kadar... Baz Luhrmann hayranlarına kesinlikle tavsiye etmiyorum... Gerçi yine de izleyecekler biliyorum ama...

Bir de son zaman favorilerimden Richard Linklater var... Bu adama hayran olmam için sadece iki filmi bile yeter... Tabii ki bu iki film Before Sunrise ve Before Sunset... İkisi de hayatımda izlediğim en iyi filmlerden... Bir de bence özellikle Sunset... Ben yeterince bekleyemedim ama eğer bu filmlerin mükemmeliyetini görmek istiyorsanız bence sırayla izleyin ve aralarında 9 yıl bekleyin... O zaman tam olarak hissetmemiz gerek etkiyi hissedebiliriz sanırım... Bu filmlere bir de Tape'i ekleyince ben bu adamı favorilerime alırım...

Sophia Coppola ile devam etmek istiyorum şimdi... Çünkü Virgin Suicides, çünkü Lost In Translation, çünkü Marie Antoinette... Bunları söylemenin yeterli olacağına inanıyorum... Benim film zevkime ve Scarlett Johansson veya Kirstin Dunst'a biraz inanıyorsanız takip edin bu kadını! Ve kısa filmlerini bulun bana...

Daha devam etmek istiyorum, edeceğim de; ama şu anda daha fazla yazamayacağımı hissediyorum filmler ve/veya yönetmenlerle ilgili... Daha sonra 2008 Oscarlarıyla devam edeceğim... Tabi bu demek değil ki müzikle ilgili yazmayacağım... Bu aralar oldukça "electro hip-hop", "indie hip-hop" veya "party hip-hop" denilen şeyi dinliyorum... Ve favorilerim de Spank Rock ve Kid Sister... Şimdi birazcık Kid Cudi de öyle sanırım... Onun dışında The Cool Kids dinlenmesi gereken bir grup kesinlikle... Çok iyiler... Diğer önereceğim isimler de The Kills, We Smoke Fags, Bono Must Die, The Clik Clik, son iki albümüyle Britney Spears, Candence Weapon, yeni kayıtlarını Myspace'de bulabileceğiniz Dengesiz Herifler, The Automatic(ilk albüm), Mystery Jets, yeni albümüyle Lily Allen, Hole, Jenny Owen Youngs ve Laura Marling...

Dizilerim başladı bu hafta tekrar... Skins zaten ara vermemişti, How I Met Your Mother geçen hafta başlamıştı falan biliyorum ama One Tree Hill ve Gossip Girl'ü de geri aldık bu hafta... İkisi de yeni sezonuyla sağlam hayal kırıklığı yaşatıyorlar... Diğer taraftan Skins yeni karakterlerle devam etme kararı almış olmasına rağmen hâlâ çok sağlam... Her Perşembe gece 4'e kadar beklememi engellemiyor... O da önümüzdeki hafta sezon finalini yapacakmış ne yazık ki... Coupling kadar olmasın, sezonları çok kısa sürüyor... İngiliz dizilerinin özelliği midir nedir? How I Met Your Mother ise bu sezon daha az "süper" bölüm yapsa da hâlâ çok sağlam gidiyor bence...

Başka bir şey de Neil Gaiman'ın Sandman'inin bir kitabının daha Türkçe'ye çevrilmiş olması... Okumuştum ben bu sayıyı aslında önceden, o yüzden Türkçesini okumadım, çevirisi veya basım kalitesi hakkında yorum yapamayacağım ama bu sayı benim en sevdiğim sayılardan biridir...

Bir başka yeni ve güzel olay da Uğur Gürsoy'un Fırat'ının albümünün çıkmış olması... Uykusuzları aldıysanız pek önemi yok ama benim gibi yeterince takip edememiş insanlar için güzel bir arşiv şeklinde...

Bill Watterson'ın Calvin ve Hobbes'unun da yeni kitabı Türkçe'ye çevrildi yakın zamanda ve oldukça da güzel olmuş... Espriler yine çok çocukça ama yetişkince ve komik... Tavsiye ediyorum onu da...

Bir de bu çok uzun zamandır düşündüğüm bir şey, Gerhard Richter'ın Betty isimli tablsu sanırım tüm dünya üzerindeki en inanılmaz tablolardan biri... Üstelik yağlı boya olduğu gerçeği onu daha da inanılmaz yapıyor sanırım...

Bir fotograf paylaşmak istiyorum bir de sizlerle... Fotografı çeken kim bilmiyorum ama izini sürebildiğim kadarıyla http://www.salfordchurch.org/Concerts.html sitesinden bulunmuş, ben Last FM'den aldım... Laura Marling konserinden bir sahne...

Bugünlük benden bu kadar... Umarım hevesim çabuk geçmez, yazmaya devam ederim... şimdi ödev yapmalıyım... Saygılar...

2 yorum:

Orçun dedi ki...

sıkıldım valla ne yalan söyliyim beybi.. sophia coppola sevmemizin bir diğer nedeni de "asia argento"dur bi de onu eklemek istedim. Bi de tabii ki Bono must not die. I love Bono :( Bi de I lev ye.

bazenspiffbazencoconut dedi ki...

Bono Must Die tatlı bir grup ama...