24 Mart 2009 Salı

Altıncı Yazı

Bugün birazcık Laura Marling ve Emily Hains'den bahsetmek istiyorum... İkisini çok dinledim bugün ve şunun farkına vardım, huzurluyken ve hüzünlüyken çok güzel geliyorlar insana... Saatler önce Emily Haines ve Metric dinlemeye başladım... Şimdi de Laura Marling... Gecenin sessizliğinde, şişelerce suyum ve sigaramla beraber Laura Marling dinliyorum... İndirme linki de veriyorum size... O kadar da süper bir insanım...

http://fullalbumsi-l.blogspot.com/2008/09/laura-marling-alas-i-cannot-swim-2008.html

23 Mart 2009 Pazartesi

Beşinci Yazı

Ağlamak acıyı azaltır, rahatlarsın falan diye kim dediyse baya sıkmış... Kandırılıyoruz! Yok öyle bir şey kesinlikle... Canım yanmıyormuş gibi davrandığım zaman daha az canım yanıyor... Bence deneyin... Tavsiye...

22 Mart 2009 Pazar

Dördüncü Yazı

Kendimle gurur duyuyorum şu anda yazmaya devam edebildiğim için... İsitkrarlıyım! Çok sık yazıyorum, tüketip sıkılmaktan korkuyorum bundan da... Neyse bakalım gideceği yere kadar gitsin...

Bugün sinirliyim... Üstelik ilk defa birine değil... Aslında çoğu şey güzel gidiyorsa da, ya da yoluna girmeye başladıysa da ben yine de fazlasıyla sinirliyim... Gugıl'a da çok sinirliyim... Şerefsiz açılmıyor saatlerdir... Blogger da kaydedemiyor... Ama ilginç bir şekilde Facebook, Last FM falan sorunsuz çalışıyor... Gugıl'ın nesi var?!

Başıma ne gelirse sarhoş olmamdan geliyor ama o zaman yaptıklarımın sonuçlarını unutmamın da tek yolu sarhoş olmak olduğu için açıkcası sarhoş olmaya devam edeceğim sanıyorum... Çünkü bir daha söylüyorum, duy beni Yeşil Ay, "there's solace at the bottom of the bottle"! Jenny Owen Youngs'a bazen sinir oluyorum bu kadar içten ve doğru ama basit sözler yazabildiği için... Fazla doğru...

Bu arada biraz dikkatimi dağıtmak adına Skins'den bahsedeyim diyorum... Bu haftaki bölümünden... Benim yeni sezonda en sevdiğim bölümlerden biriydi... Bir kere Emily&Naomi olan bölümler bence iyi bölümlerdir... Bilmiyorum belki kendi cinsel tercihlerim nedeniyle böyle düşünüyorum ama bence izlemesi en keyifli çift yeni sezonda... Önceki sezonda da Jal&Chris ikilisiydi... Müzikleri falan da hoştu bu bölümde... Beğendim kısacası...

Ayrıca bir de yeni Britney Spears klibi çıktı geçen hafta ve oldukça güzel bence... Başlangıcındaki haber sunucusu kadının ayrı ayrı "If u seek Amy" diyişi, hepimizin "F.U.C.K."yi düşünmemiz, sonunda "Doesn't make any sense, does it?" demesi... Bile bile düşündürülmemiz...

Özür dilerim, daha fazla devam edemiyorum... Bu seferki yazım fazlasıyla içe dönük olacak sanırım... Benim düşüncelerimi ve daha çok hislerimi okumak zorunda kalacaksınız bu defa... Yanımda ağlayan biri olduğu sürece sarhoş olduğum zaman canım yanmıyor... Onu fark ettim... Ama ben istediğimi alamıyorum o zaman bu sarhışluktan... Benim bu aralar istediğim sarhoşluk o değil çünkü... Ben şu aralar bağıra bağıra ağlatacak bir sarhoşluk istiyorum beni... Gittikçe daha çok acı çekmeme neden olsa da daha çabuk bitirir diye umuyorum çektiğim acıyı... Yarınki planlarım arasında bir küçük viski almak ve tek başıma içmek var mesela... Sonra da yazmak... Saatlerce yazmak... Mutlu olmak istemiyorum şu anda... Sadece şu aptal acı gitsin istiyorum... O aptal acı da en iyi sarhoşken ve yazarken geçiyor... Şu anda sarhoş olmam lazımdı... Şu şarkı gibi hissediyorum...

Woman
Skip in and walk like you own the place, baby
Move on
You gotta get your groove on
And take it all

Didn't you want to change the world
Like a child in flight
But then you turn and walk away
Say goodbye to another day

Hey hey ho ho...

Strong man
You're trying to raise your fists with nothing to fight
Slow down
Ain't no enemy but yourself lover

Didn't you want to change the world
Like a child in flight
But then you turn and walk away
Say goodbye to another day

Hey hey ho ho...

What's it gonna be
What's it gonna be, do you want me
What's it gonna be
What's it gonna be, do you want me
Is that even a question in your mind

So don't fuck me discontent
Like your love is spent
When I'm lying alone
Baby, where's your home
You're looking for me
It's all for free
I've got love to kill for my man of steel
Burning cold
Telling me no
You're burning cold
I can't let you go
No I can't let you go

Hey hey ho ho...

What's it gonna be
What's it gonna be, do you want me
What's it gonna be
What's it gonna be, do you want me
What's it gonna be, baby
What's it gonna be, do you want me
What's it gonna be
What's it gonna be, do you want me
Is that even a question in your mind

Şarkı bu arada Juliette and the Licks'in Got Love To Kill albümünden aynı isimli şarkı... Çok da sağlam... Sinirliyim, açım, yazamıyorum... Boks falan yapmam lazım... Ben içmeye gidiyorum...

----------------
Now playing: Britney Spears - Boys
via FoxyTunes

Üçüncü Yazı

Can ve Zeynep'i seviyorum... Kafam da güzel...

21 Mart 2009 Cumartesi

İkinci Yazı

Yeni bir yazıyla daha karşınızdayım... Üstelik hevesim bitmedi ve 1 haftadan kısa sürede yazıyorum 2. yazıyı... Umarım böyle devam etmeyi başarırım...

Şu anda Zeyneplerdeyim, Zeynep'in banyo yapmasını bekliyorum, sonra Zeynep, viskim ve ben Tunalı'ya ineceğiz... Gece şu durumun yaşanmasını istiyorum;
"Let's dance to joy division,
And celebrate the irony,
Everything is going wrong,
But we're so happy,
Let's dance to joy division,
And raise our glass to the ceiling,
'Cos this could all go so wrong,
But we're so happy,
Yeah we're so happy"... Umarım yaşanır da... Hani gerçekten bu sefer sarhoş olunca mutlu olmak, eğlenmek istiyorum... Ama bakalım tabii olacak mı...

Roisin Murphy'nin Overpowered'ını çok sevdiğime karar verdim... Mutlu anlara da gidiyor, mutsuz anlara da, huzurlu anlara da... Zaten Roisin Murphy inanılmaz bir kadın... Gerçekten çok sağlam müzik yapıyor... Duy bunu One Love'da arkamda durup ileri geri konuşan kadın!

Ash dinlemeye karar verdim az önce... Özlemişim Ash'i... Üstelik de "Walking Barefoot"u... Geçmişi hatırlatıyor bana... Bu aralar çok özlüyorum 2 yıl önceki yazı... Her şey daha kolay gibiydi... Daha az sorumluluk, daha çok eğlence... Bir de sanırım herkesin herkesle arası iyiydi o zamanlar... Kimse kimseyle kavgalı falan değildi, herkes bir aradaydı... Dağılmamıştı kimse...

Her neyse... Bugün bunları yazmak için girmedim ben aslında buraya... Bugün biraz daha filmlerden bahsetmeye girdim ama ne yazık ki son yazımdan beri izlediğim tek film Silent Hill olduğu için çok da yazacak bir şeyim yok aslında... Ama tabii ki önceden izlemiş olduğum hepsiyle ilgili düşüncelerimi de yazmadım henüz, böyle de iyi bir şey var...

Her şeyden önce şunu belirtmek istiyorum ki David Lynch'in çok gereksiz ve "aptal" bir insan olduğunu düşünüyorum... O yüzden lütfen bundan sonra bana film önerirken David Lynch filmlerini önermeyin... Adam "derin" olabilmek için anlamadığı şeyleri koyuyor resmen filmlerine... Bunu Lost Highway, Mulholland Drive ve Inland Empire'ın ilk 20 dakikasından görebilirsiniz... Sonrasını izlemedim, bilmiyorum... Ama tavşanlardan sonrasını izlemeye çok da niyetim yok zaten... Lütfen biri o adama "anlaşılmayan derindir"in yanlış olduğunu göstersin de dünyanın en derin insanı olduğunu zannetmesin! Bu arada ben bunları yazarken Zeynep banyodan çıkıp David Lynch'e selam söyledi...

Bir de P.S. I Love You'nun ne kadar güzel ve acıklı bir film olduğundan bahsetmeyin... Tamam, konusu iyi filmin ama lütfen konusu dışında bir şeyinin güzel olmadığı gerçeğini kabul edin artık... Üstelik çok bariz milyonlarca çekim hatası var filmde... Bu o kadar önemli değil şu anda gerçi... Çünkü bana kalırsa filmde bunun dışında da çok fazla falso var... Fazla klasik bir kere! Bence en azından... Herhangi bir romantik komediden hiçbir farkı yok... Üstelik bir de "asıl kız" rolünde Hillary Swank var... Boys Don't Cry'ı izlemiş herhangi bir insanın da o kadına "asıl kız" gözüyle bakabileceğine inanmıyorum... Ben bakamıyorum... Ve gerçekten bakamıyorum... Hiçbir filminde beceremedim bunu... Pornoasu falan çıksa belki becereirim... Ondan da emin değilim gerçi...

Daha da yazacağım ama şimdilik gitmem lazım... Bu sefer olumlu yazılar yazmadım gerçi ama bunun da önemli olduğunu düşünüyorum... İlerleyen zamanlarda daha çok sinir olduğum ve sevdiğim filmleri yazacağım...

----------------
Now playing: Britney Spears - Trouble
via FoxyTunes

19 Mart 2009 Perşembe

İlk Yazı

İlk defa kendi adımı kullanarak düşüncelerimi yazdığım bir blog alıyorum, çok garip; çünkü gerçekten düşündüklerimi yazabilecek miyim bilmiyorum... Deneyeceğim en azından... Bu arada biraz bilgi vermek istiyorum blogla falan ilgili... Blog'un başlığı "What The Fuck Was I Thinking?" çünkü Jenny Owen Youngs isimli hatunun "Fuck Was I" şarkısını seviyoruz ve bence bir blog için çok anlamlı bir isim... Adresdeki "i fake it so real i am beyond fake" ise Hole isimli grubun "Doll Parts" şarkısından geliyor... Çoğu zaman da ne yazık ki doğru oluyor... Bu da sanırım ne düşündüğümle ilgili itiraf edebildiğim ilk şey...

İnsanlar bloglarına ne yazarlar diye düşündüm ve sanırım her şeyi yazacağım buraya... Bugüne kadar insanlarla paylaşmak istediğim her şeyi... Hatta kendi reklamımla başlamayı düşünüyorum... Çizgiromanımla... "www.normanthenormalboy.blogspot.com" dan bakabilirsiniz... Çok uzun anlatmak istemiyorum burda, orda var zaten...

Paylaşmak istediğim şeylerden başka biri de biraz geç de olsa son favorim viski... Azıcık bile içtiğimde beni adam gibi sarhoş edebilen tek içki sanırım... Tabi adam gibi sarhoş olmak ne o da önemli bir ayrıntı... Ertesi gün, "dün ne yapmıştım ben yaa?" diye düşündürebiliyorsa tamamdır benim için... Birkaç haftadır da tek yaptığım bu... Hatırlamamak... Adam gibi sarhoş olabilmek... Tabii ki sık sık pişman olduğum şeyleri de yapıyorum ama bazen bu aralar sık sık olduğu gibi acı çekmememin tek yolu oluyor... Ne demiş sayın Jenny Owen Youngs? "There's solace at the bottom of the bottle"... Yalan söylemiş olmasını isterdim ama söylememiş...

Bir de bu aralar müzik ve film açısından oldukça verimli zamanlarım... Eylül başında bir "izlemek istediğim filmler" listesi çıkarmıştım... Devamlı uzuyor ama bir yandan da izliyorum... Böylece hiçbir filmi unutmuyorum... Bugüne kadar 95 tane film izlemişim... Listeyi çıkardığımdan beri... Şimdi birazcık bu filmlerin bazılarından bahsetmek istiyorum...

Bir kere hayatımda beni en çok güldüren yönetmenden bahsetmek istiyorum... Kendileri tabii ki Kevin Smith! Bu adamın bugüne kadar yönettiği 19 tane film var... Ben bu filmlerden sadece 7 tanesini izleyebildim henüz ve hepsi de çok güzel filmler... Bu adamı izleyin lütfen! Adam bağımsız filmler yapıyor ama filmlerinde Ben Affleck, Matt Damon, Jason Lee, Chris Rock, Alanis Morissette gibi isimler oynuyor... Üstelik bazı filmlerinde Stan Lee ve Gus Van Sant gibi insanların da ufak rolleri var... Sonuç olarak Clerks, Mallrats, Chasing Amy, Dogma, Jay and Silent Bob Strike Back, Clerks II, Zack and Miri Make A Porno benim izlediğim filmleri ve sonuncusundan çok memnun kalmamış olsam da diğer 6 film hayatımda izlediğim en komik filmlerdi... Herkese tavsiye ediyorum...

Madem yönetmen bazında konuşuyoruz, biraz daha böyle devam edelim... Baz Luhrmann'dan bahsetmek istiyorum şimdi biraz da... Bu adamın 4 filminden 3 tanesini izledim ve tutarsız olduğuna karar verdim... İlk 3 filmi, "Kırmızı Perde Üçlemesi", biri dışında(onu izlemedim) inanılmaz görkemli ve "yeni" filmlerdi... Ama Australia'yı izlemez olaydım... Aslında bence kötü bir film değildi ama benim kafamdaki Baz Luhrmann muhteşemliğini yıktı... Baz Luhrmann benim için yeni Romeo + Juliet ve Moulin Rouge!'du... Australia'nın o klasikliği her şeyi bozdu... Bir yenilik veya görkem yoktu bence yeteri kadar... Baz Luhrmann hayranlarına kesinlikle tavsiye etmiyorum... Gerçi yine de izleyecekler biliyorum ama...

Bir de son zaman favorilerimden Richard Linklater var... Bu adama hayran olmam için sadece iki filmi bile yeter... Tabii ki bu iki film Before Sunrise ve Before Sunset... İkisi de hayatımda izlediğim en iyi filmlerden... Bir de bence özellikle Sunset... Ben yeterince bekleyemedim ama eğer bu filmlerin mükemmeliyetini görmek istiyorsanız bence sırayla izleyin ve aralarında 9 yıl bekleyin... O zaman tam olarak hissetmemiz gerek etkiyi hissedebiliriz sanırım... Bu filmlere bir de Tape'i ekleyince ben bu adamı favorilerime alırım...

Sophia Coppola ile devam etmek istiyorum şimdi... Çünkü Virgin Suicides, çünkü Lost In Translation, çünkü Marie Antoinette... Bunları söylemenin yeterli olacağına inanıyorum... Benim film zevkime ve Scarlett Johansson veya Kirstin Dunst'a biraz inanıyorsanız takip edin bu kadını! Ve kısa filmlerini bulun bana...

Daha devam etmek istiyorum, edeceğim de; ama şu anda daha fazla yazamayacağımı hissediyorum filmler ve/veya yönetmenlerle ilgili... Daha sonra 2008 Oscarlarıyla devam edeceğim... Tabi bu demek değil ki müzikle ilgili yazmayacağım... Bu aralar oldukça "electro hip-hop", "indie hip-hop" veya "party hip-hop" denilen şeyi dinliyorum... Ve favorilerim de Spank Rock ve Kid Sister... Şimdi birazcık Kid Cudi de öyle sanırım... Onun dışında The Cool Kids dinlenmesi gereken bir grup kesinlikle... Çok iyiler... Diğer önereceğim isimler de The Kills, We Smoke Fags, Bono Must Die, The Clik Clik, son iki albümüyle Britney Spears, Candence Weapon, yeni kayıtlarını Myspace'de bulabileceğiniz Dengesiz Herifler, The Automatic(ilk albüm), Mystery Jets, yeni albümüyle Lily Allen, Hole, Jenny Owen Youngs ve Laura Marling...

Dizilerim başladı bu hafta tekrar... Skins zaten ara vermemişti, How I Met Your Mother geçen hafta başlamıştı falan biliyorum ama One Tree Hill ve Gossip Girl'ü de geri aldık bu hafta... İkisi de yeni sezonuyla sağlam hayal kırıklığı yaşatıyorlar... Diğer taraftan Skins yeni karakterlerle devam etme kararı almış olmasına rağmen hâlâ çok sağlam... Her Perşembe gece 4'e kadar beklememi engellemiyor... O da önümüzdeki hafta sezon finalini yapacakmış ne yazık ki... Coupling kadar olmasın, sezonları çok kısa sürüyor... İngiliz dizilerinin özelliği midir nedir? How I Met Your Mother ise bu sezon daha az "süper" bölüm yapsa da hâlâ çok sağlam gidiyor bence...

Başka bir şey de Neil Gaiman'ın Sandman'inin bir kitabının daha Türkçe'ye çevrilmiş olması... Okumuştum ben bu sayıyı aslında önceden, o yüzden Türkçesini okumadım, çevirisi veya basım kalitesi hakkında yorum yapamayacağım ama bu sayı benim en sevdiğim sayılardan biridir...

Bir başka yeni ve güzel olay da Uğur Gürsoy'un Fırat'ının albümünün çıkmış olması... Uykusuzları aldıysanız pek önemi yok ama benim gibi yeterince takip edememiş insanlar için güzel bir arşiv şeklinde...

Bill Watterson'ın Calvin ve Hobbes'unun da yeni kitabı Türkçe'ye çevrildi yakın zamanda ve oldukça da güzel olmuş... Espriler yine çok çocukça ama yetişkince ve komik... Tavsiye ediyorum onu da...

Bir de bu çok uzun zamandır düşündüğüm bir şey, Gerhard Richter'ın Betty isimli tablsu sanırım tüm dünya üzerindeki en inanılmaz tablolardan biri... Üstelik yağlı boya olduğu gerçeği onu daha da inanılmaz yapıyor sanırım...

Bir fotograf paylaşmak istiyorum bir de sizlerle... Fotografı çeken kim bilmiyorum ama izini sürebildiğim kadarıyla http://www.salfordchurch.org/Concerts.html sitesinden bulunmuş, ben Last FM'den aldım... Laura Marling konserinden bir sahne...

Bugünlük benden bu kadar... Umarım hevesim çabuk geçmez, yazmaya devam ederim... şimdi ödev yapmalıyım... Saygılar...